Gerçekçi Ol, İmkansızı Başar
Son zamanlarda kafamda hep bu var. Gerçekçi olmak. Sonradan aklıma geldi Che’nin dediği. “Gerçekçi ol, imkansızı başar”. Eskiden saçma gelirdi bana. Çok da üstüne düşünmemiştim. Son dönemde biraz daha kendime kalıp düşünmeye, farklı arkadaşlarla sohbetler etmeye, biraz İoanna Kuruçardi‘yi dinlemeye başlayınca fark ettim belki.
Şimdiye kadar kendimi hep “katı gerçekçi” olarak görürdüm. Ne demek peki bu “katı gerçekçi”? Temel olarak eldeki verilerle ve geçmiş tecrübelerle hareket etmek demek. Mesela 2019 sonunda çıktığı için Covid-19 adı verilen koronavirüs türevinin dünyayı ne hale getirdiğini hepimiz tecrübe ettik. Dünyaya yayılmasının üzerinden 1 sene geçmemiş olsa da başlangıcından bu yana 1 yılı aşkın süre geçti. Gelişmiş denen ülkeler başta umursamayınca en çok can kayıpları bu “gelişmiş ülkelerde” meydana geldi. Tabii istatistiklerin ne kadar gerçekçi ve şeffaf olduğu konusunda da şüpheler yok değil. Türkiye 100 ülke arasında sondan 3. olmuştu. O ayrı konu olduğundan detaya girmiyorum.
Devam edelim. Mart 2020’nin başlarında Avrupa’da ilk vakalar görüldüğünde devletler, hükümetler hemen önlem almaya çalıştı mı? Bunun cevabı kocaman bir HAYIR! Çünkü ekonomi etkilenecekti. Halbuki o dönemde ciddi karantina önlemleri ile virüsü belli alana sıkıştırabilselerdi yüzbinlerce hayat kurtulacaktı muhtemelen. Ve ekonomi ilk başta sert darbe alacak ama çok daha kısa sürede ve çabucak toparlanabilecekti, virüs kontamine edilebilse, yani dar bir alana sıkıştırılıp sonra da o alandaki hasta olan herkes iyileştirilebilseydi.
Daha o dönemde herkesin ağzında ‘yaz olsun, sıcaklarla birlikte virüs de bitecek’ tarzında sözler dolaşıyordu. Ben daha o zamanlardan itibaren söyledim, bu işin o kadar kolay olmadığını, daha çok uzun zaman süreceğini, iyimser tahminle dahi sene sonunu bulacağını, belki de geçeceğini… Katı gerçekçilik dediğim bu işte. Yaza doğru biteceğine dair imajın gerçek dışı olduğunu daha başından biliyordum. Çünkü BAE, Suudi Arabistan gibi memleketlerde senede 10 ay civarı yaz olduğu, Mart ayının dahi ciddi sıcak olabildiği, orada da yayılımın hızlı olduğunu okumuştum.
Tek yaptığım tümevarım yöntemini kullanmak idi. Basitçe anlatayım: Bir virüs var ve bulaşıcılığı çok fazla, çabuk öldürmüyor SARS ve türevleri gibi. Vakaların çok büyük kısmı herhangi bir semptom dahi göstermiyor. Bu nedenle de yayılımın çok hızlı davranılarak önlenmesi gerekiyordu. Yayılımı engellemek için virüsün bulaştığı insanları karantinaya, izolasyona almak lazım. Singapur bunu ilk zamanlarda müthiş çabalarla başardı mesela.
Bu anlattığım sonuca ulaşmak 2×2=4 kadar basit. Virüs kontamine edilemediğinde yayılmaya devam eder. Oldukça basit ve düz mantıkla ulaştığım sonuca devlet başkanlarının, ihtiyar heyetlerinin (bilim kurulları), sağlık bakanlarının ulaşamaması çok garip. Ha, işin içinde bireysel özgürlüklerin kısıtlanması, insanların takip edilmeleri, cadı avı benzeri durumlar da ortaya çıkabilirdi bu durumda. Çin demokratik bir ülke olmadığından kolayca bu adımları atıp büyük ölçüde yayılımı engelledi ve ilk orada görülen, öyle olduğu düşünülen virüsün kendi ekonomisine ve halkına zarar vermesini çok kısıtlı tutabildi.
Sonrasında tüm dünyada kitlesel ölümler denebilecek durumları gördük. Gerçekçi olmak lazımdı ama hükümetler dahil kimse gerçekçi davranmadı. Çünkü dedim ya, ekonomiler zarar görmesin isteniyordu. Çin ise sokağa çıkma yasağı ilan etti. Kapattı Vuhan’ı resmen. Askeri de devreye aldı ve kontrol altına aldı virüsü çok büyük oranda. Bilgiler şeffaf gelmiyor diyebilirsiniz. Yalnız Vuhan’daki yılbaşı görüntüleri bana gayet normal bir hayatın olduğunu gösterdi. Herkeste maske vardı, evet. Fakat vakaların da eski seviyede olmadığı ve devlet açısından riskin çok düşük olduğu görülüyordu.
Romantik davranmak, iyimser davranmak ve iyimser düşünmek hepimize en kolay geleni belki. Bir yere kadar iyi olabilir de. Rahatlatır kafamızı çünkü. İyi gelir. Yalnız sonra gerçekleri kabullenmeye başlamak lazım. Diğer türlü gerçeklerden kopup kendi dünyamızda yaşayabiliriz. İkinci Dünya Savaşı’nda ABD askerleri, itilaf güçlerinin askerleri kapılarına dayanana kadar Almanlar, özellikle de Berlinliler halen daha savaşı kazanıyor olduklarını sanıyorlardı. Çünkü Propaganda Bakanlığı çok güzel yalanları sürekli insanlara veriyordu. Böylece insanlar gerçeklerden uzaklaşıyordu.
Ha, bu satırları yazarken ‘iyimser olmaya çalışmayalım’, ‘hep kötü taraftan bakalım’, ‘optimist olmak iyi değil’ gibi düşüncelerim yok kesinlikle. İyimser olmak aslında genetik kodlarımızda var. Bir bilimsel araştırmanın çıktısı idi bu sonuç. Kastım sadece gerçekleri de görmeyi bırakmamak iyimser olurken. Mesela beni tanıyan arkadaşlarım iyimser olduğumu düşünürler ve söylerler. Yani ikisi bir arada olabilir, gerçekçi ve iyimser olmak.
Başka bir örnek vereyim. Cinsiyetten bağımsız olarak, biri ayrılmak istediği insana “senden hoşlanmıyorum artık, seni sevmiyorum” diyor ama o diğeri halen daha “beni seviyor bence, yalan söylüyor, benim kendisinden uzaklaşıp uzaklaşmayacağımı merak ediyor…” gibi bahaneler bulmaya çalışabiliyor. Böyle kaç insan tanıyorsunuz? Biraz düşünün. Belki siz de böyle bakıyor olabilirsiniz. Aşkın gözü gördür, evet. Yalnız bir yerden sonra da kabul etmek gerek. Hele de konu suratınıza söyleniyorsa. İyimser davranmaya devam etmek, halen daha umut beslemek ne kadar mantıklı ve doğru? İşin psikolojik boyutu da var, evet. Kendimizi, psikolojimizi korumaya almamız lazım, evet. Bir yere kadar. Sonra kabul etmeyi öğrenmek gerek.
Halen daha devam eden pandemi konusunda da, insanların hep daha iyimser düşünmeye çalıştığını ama aslında daha romantik davrandığını hissediyorum ve görüyorum. Daha gerçekçi olduğumuzda aslında daha mutlu da olabiliriz. Çünkü gerçekleri kabul ettikten sonra yapamayacaklarımıza değil, yapabileceklerimize daha kolay odaklanabiliriz. Haksız mıyım?