Memento Mori
Unutma, öleceksin.
Sanırım en kısa ve basit çevirisi bu olabilir ‘Memento Mori’nin.
Gerçekten de hayat, dünya, yaşama amacımız vs. ciddi bir külfet olabiliyor insan zihninde. Hepimizin zihninde. Yalnız hayatın, dünyanın tasarımındaki en güzel şey bence ölüm.
Böyle deyince biraz garip gelebilir. Farklı kelimelerle yeniden anlatayım.
Bence ölüm dediğimiz hayatla ilgili tek ve değişmez gerçek. Doğumdan sonraki tabii ki. Bu ise müthiş bir kafa rahatlığı veriyor insana, bizlere. Daha doğrusu vermesi gerekiyor, bence. Neden mi?
Gözlerinizi bir an kapatın. (tabii o sırada bu yazıyı okuyamayacaksınız). O bir an bu paragraf sonrasında başlasın ama. Gözlerinizi kapatıp hiç ölmeyeceğinizi düşünün. Daha doğrusu hiç ölmeseydiniz nasıl olurdu acaba? Bir kenara not alabilirsiniz aklınızdan geçenleri, gözlerinizi açtıktan sonra. Şimdi tekrar kapatın gözlerinizi ve ölene kadar geçecek zamanınızı düşünün. Nasıl olacağını hayal edin ve neler yapacağınızı, neler yapabileceğinizi. Sonra bunları da bir kenara not alın. Ve karşılaştırın bu iki listeyi. Benzer mi yoksa çok mu farklı?
“Ölmeden Önce Yapmanız Gereken 1000 Şey” ya da “Ölmeden Önce Görmeniz Gereken 1000 Yer” gibi kitaplara denk gelmiş olabilirsiniz. İnternette ufak bir araştırma size binlerce, hatta belki yüzbinlerce seçenek sunacaktır ölmeden önce yapmanız, görmeniz, yemeniz gerekenlere dair. Ölümün olmadığı bir dünyada sizce amacımız o güzellikleri görmek, onların keyfine varmak, daha basit bir deyişle “hayatın keyfini çıkarmak” olabilir miydi sizce? Ben pek sanmıyorum.
Hayatta güzel olan herşeyin sonu da vardır. Yalnız bu durum aslında kötü değil tam tersine iyi bir olgudur. Çünkü bir güzel şey biter, bir diğeri başlar. Bir deneyim biter, bir başkasına başlarız. Katıldığınız, unutamadığınız etkinlikleri düşünün. Oradaki arkadaşlıklarınızı. 1-2 hafta yerine birkaç sene sürseydi o etkinlikler, size aynı keyfi verir miydi sizce? Bir düşünün.
Konumuza dönecek olursak, keyif aldığımız faaliyetlerimiz aslında o zamanı nasıl geçirdiğimizle daha çok ilgilidir. Aynı zamanda o sürenin kısıtlı olmasıyla.
Basit bir örnek vereyim. Tatile çıktınız ve tatilin süresi belli değil. İlk üç gün neler yaparsınız?
Muhtemelen en basit aktiviteleri dahi sonra yapabileceğiniz bilinci ile ertelerdiniz. Çünkü yapılabilecek aktiviteler sınırlı ve bir yerde bitecek. Bitirince de tatiliniz sıkıcı hale gelmeye başlayacak.
Başka bir alandan bakalım. Mevsimleri düşünün. Sürekli yaz ya da sürekli kış var mı? Kutupları ya da ekvatoral bölgeleri saymadan soruyorum bu soruyu. Mevsimler dahi kendi aralarında bir döngü içindeler. Devamlı bir dönüşüm, değişim içinde ilerliyorlar. Yaşam da öyle. Doğup büyüyüp yaşayıp sonrasında da ölüyoruz. Kesin olarak bilmemekle birlikte bugünkü gençlerin 80 yaşını göreceğini öngörmek çok da yanlış olmaz diye düşünüyorum. 30 yaşındaki biri için yaşayacağı 50 sene demek. Tabii aktif olursa o sürenin tamamında. Sonsuz süresi olsa o kadar hızlı yaşamak ister mi sizce? Hiç sanmıyorum. Gençliğimizin dahi çok uzun sürmeyeceğini biliyoruz, bırakın hayatımızı…
Evet ölümler çok zor ve acı. Hüzünlendiriyor, ağlatıyor, hatta psikolojik sorunlara itiyor hepimizi. Alışması zor. Aradan 20-30 yıl geçse dahi alışamayabiliyoruz. İnkar etmiyorum bunların hiçbirini.
Diğer yandan ama, hayatın bir gün biteceğini bilmek, zorlukların da bir gün biteceği anlamına geliyor. Acıların da. Hüzünlerin de. Ve tabii mutlulukların da.
Hayatta herşey geçici. Biz de geçiciyiz. İşte bunu sağlayan da ölüm.
Tam da bu sebeple dünya tasarımındaki en gerçek ve sabit olgu ölüm. Tam da bu sebeple,
“Memento mori”
“Hatırla, öleceksin”