Yapacak Birşey Yok
Siz de benim gibi çok duyuyor musunuz bu sözü? “Yapacak birşey yok” derken böyle, Herkül gibi,boynunuz bükülüyor mu?
Belki sürekli kullanıyorsunuz. Son dönemde moda olan “mindfullness” yani “farkındalık” çok güzel birşey. Bir deney yapalım. “Yapacak birşey yok” cümlesini ne sıklıkla kullandığınızla ilgili. Konuştuğunuz, özellikle arkadaşlarınızla sohbet ettiğiniz zamanlarda daha da dikkat edin söylediklerinize. “Düşünüp öyle konuşun” demiyorum. Aslında yapılması gereken ama büyük ölçüde imkansız olan bir durumdur bu. Yalnız insan biraz farkındalık geliştirirse bunu da takip edebilir. Ne söylediğini. Neyi ne sıklıkla kullandığını.
“Aynen” var mesela. Bir gün eski bir arkadaşımla bir etkinlikteydik. Hemen herkes satış işinde. Bir de baktım konuşulan kelimelerin %30-40 civarı “Aynen” idi. “Herkes birbirini onaylama eğiliminde” diye düşündüm ama durum farklı. Birine birşey satmak istiyorsanız, müşteriniz mutlu olsun istiyorsanız, o zaman söylediklerini de onaylayarak duvarlarını yıkmayı ve kendisini daha da serbest bırakmasını istersiniz. Bunun için de en sağlam silahlardan biri “Aynen”dir. Bu durumu fark ettiğimden bu yana “aynen” demiyorum desem yeridir. Çünkü o gün cidden bir ömür yetecek kadar duymuştum “Aynen”i.
Yapacağımız deneydeki konu ise “Yapacak birşey yok” cümlesini takip etmek.
Bir insan “Yapacak birşey yok” diyorsa anlayın ki olayı tamamen akışına bırakmıştır. Mesela Dubai’de çalışırken insanların kullandığı “Bukra inşallah” sözü. Aslında “İnşallah yarın” demek. Ama pratik anlamı “‘Yarından sonraki herhangi bir gün, Allah bana kalk kulum, yap şu işi’ derse ben de o zaman yaparım” demek. Olayı tamamen kendisinden çıkarıyor. “Yapacak birşey yok” derken de suçu üstümüzden atmaya, sorumluluk almamaya çalışıyoruz aslında. Suçlu bir nevi “evren”, “karma”, “tanrı” ya da bizim dışımızdaki her türlü güç ve/veya insan olmuş oluyor. Tembellik etmekten başka birşey değil. Tembellik ve kolaya kaçma. Ama işin sonunda gelen de bizim başımıza geliyor, uzaylıların değil. Biz yaşıyoruz o sıkıntıları, problemleri. “Yapacak birşey yok” dediğimizde de kurban psikolojisine girip başımıza gelenlerin sorumluluğunu almıyoruz üzerimize.
Halbuki hayat çok başka. Gerçekler çok başka. Yaşıyorsak, nefes alıyor durumdaysak, karnımız aç değilse, yatacak bir yerimiz, biraz kişiliğimiz, karakterimiz varsa, “yapacak çok şey var” bence.
Mesela işinizden nefret ediyorsunuz. İşyerindeki herkesten de nefret ediyorsunuz. Her sabah daha işe başlamadan “akşam olsa da eve gitsem” diyorsunuz. O zaman yapacağınız en güzel şey o işi bırakmak. “Bekara kadın boşamak kolay” dediğinizi duyar gibiyim. Bu söylediğimin bir anda olması gerekmiyor. Hızlı şekilde iş arayışına girersiniz. Daha iyi bir iş bulup oradan da ayrılırsınız. Bu kadar basit. Basit dediysem uygulaması değil tabii ki. Ciddi çaba harcamanız gerekiyor. Öyle “Armut piş, ağzıma düş” yok çünkü bu hayatta. Gerekirse tazminatınızı yakacaksınız. O çok istediğiniz iPhone’u ya da en son model Samsung telefonu almayacaksınız. Bir süre boyunca daha az alışveriş yapacaksınız. daha az yeni eşyanız olacak.
Yeni bir iş bulamıyorsanız bunun nedeni de sadece siz değilsiniz, inanın bana. Ama iş bulanlar nasıl buluyorsa siz de o yöntemleri araştırıp öyle iş bulmayı deneyebilirsiniz. Bu da çaba gerektiriyor. Hem de ciddi çaba.
Çok düşük kademeli işlerde mi çalışıyorsunuz? O zaman çalışıp çabalayıp, yeni eğitimlerle kendinizi geliştirip, gerekirse akşamları uygulanan yüksek lisans programlarından birine kayıt yaptırıp yüksek lisans diploması almanız lazım. Ama diploma ile bitmiyor işler. Keşke bitse. O diplomanın altı boş ise diplomanız ancak ön kapıyı açmanızı sağlar. Devamı yine size kalmış.
Kendinizi yeterince ifade edemiyor musunuz? O zaman kendinizi daha iyi ifade etmenizi sağlayacak organizasyonlara girmeniz lazım. Oralarda zaman harcayarak, çalışıp çabalayarak kendinizi, toplum önünde konuşma becerilerinizi geliştirmeniz gerekiyor. Sosyal medyada her gün saatler harcayarak olmuyor bu işler.
Toplumda, etrafınızda başarılı insanlar vardır. Onlara sorduğunuzda size hiç de öyle pembe bir tablo çizmezler. Çünkü hayat kimseye altın tepsi ile sunulmaz. Ha, “doğuştan şanslı” insanlar yok mudur? Vardır elbet. Aslında yoktur. Çünkü herkesin kendi hayat yolculuğu vardır. Şanslı dediğiniz insanları da bir dinlemek gerek. Neler yaptıklarını, neleri nasıl başardıklarını. Yakın bir arkadaşımın 3 ağabeyi vardı, hep üst düzeyde yöneticilik yapanlar. Ama kendisi hepsinden çok daha küçük olmasına rağmen çalışıp çabaladı ve onların seviyesine geldi. Belki de geçti onları.
Ben mesela, doğduğum yer ile babamın bana biçtiği gelecek planı ile kendimi sınırlasaydım şu anda bu satırları yazamıyor olurdum. İyi ihtimalde bir hastanede sağlık memuru olurdum. Kötü ihtimalde de ya işsizler ordusunun bir neferi ya da bir yerde sevmediğim bir işi yapmak zorunda kalırdım. Ya da kolayı tercih edip seneler önce Almanya’ya gittiğimde arkadaşımın bana önerdiği baldızı ile evlenip oraya yerleşseydim, üniversitemi ve onca senelik emeğimi bırakıp bir yerde yine vasıfsız bir eleman olarak çalışıyor olurdum.
İki çareniz var yani: Biri ve kolay olanı “Yapacak birşey yok” deyip herşeyi oluruna bırakmak ve hayata her daim küfretmek. Yaşadığı hayattan nefret etmek ve aldığı birkaç eşya ile mutlu olmaya çalışmak. Diğeri ise hayatının dizginlerini eline alıp istediğini yapmak. Bu ikisinden ilki gerçekten de daha kolayı. Tercih sizin tabii ki.